27 Ekim 2015 Salı

gece


gece, günün en sevdiğim zamanıydı. uyuyabildiğim zamanlarmış ama onlar. deliksiz uykulu, korkarak sıçramadan, upuzun, huzur dolu olan, yalnız kalınca keyiflenilen, düşüncelere dalmanın mutlu ettiği zamanlarda severdim. değişti bi’şeyler. zaman, geçtikçe değişti, büyüdü, üzdü, yıprattı, düşündürdü, ürküttü, korkuttu. iyiye mi gider, kötüye mi gider belli değil. ipucu da yok hiç. mutsuzluk da değil bu ama yoğun huzursuzluk. nereden geldiği de, nereye gittiği de belli değil bu yoğunluğun. geceye yaklaştıkça her gün, yeni bir buhran doğuyor. büyüyor, büyüyor da uyutmuyor bile rahatça.

doğuyor.

büyüyor.

uyutmuyor.

daha da büyüyor.

üzdükçe de üzüyor.

00:01. (doğdu bile.)
                                                                                                                      
                                                                                                          ayşe.


3 Temmuz 2015 Cuma

neyse.



Geçen yıllara sorumlu hissetmek zor gelir.
Zaman geçiyor sürekli ve bir sonraki anı yaşarken şüphe içinde kalıyor insan.

Temkinli olmak mı bu, iyi mi, kötü mü?
Cevabı yok tabii ki.
Geçtikçe, yaşandıkça görülüp öğrenilecek.

Kısıtlanmamak gerek, izin vermek gerek.
Ne olursan ol gelme tabii,
Geldiğinde de mahvetme sadece.

Etki ve yetki değişir kişiden kişiye,
Eksikliğini hissetmek ve hissettirmek zor olan.
Hatta sorgulatan kendini.

Neyse...


                                                                                                                      ayşe.

17 Eylül 2014 Çarşamba

koştum ama yetişecek bir şey yoktu ki



Koşa koşa geldim dışarıdan, merdivenleri ikişer ikişer çıkarak. Çok acele bir işim varmış gibi. Hiçbir şeye yetişmem gerekmiyor aslında. Ama yine de bir telaş, bir panik var. Yetişememe, geç kalma ya da kaybetmeyle alakalı belki. Ya da korkuyla alakalı, bilmem.

Çay, kahve, kitap, müzik, film, aile. Yetişmeye çalıştığım ekip bu aslında. Ben yokum sanki içlerinde. Ama arıyorum da kendimi. Hangisinin arasında sıkışıp kaldım bilmiyorum ama zamanımı bekliyorum ben. Bir anda, yepyeni. Film gibi, kitap gibi, kokusu odaya yayılan kahve gibi...

Daha başımdaki ağrıyı geçirmeye bile yetmiyor elimdeki kahve gerçi. Yeni "ben" in ortaya çıkmasını umuyorum ben de. Umut işte. Umut biterse her şey biter. Umut vardır ve iyidir.

                                                         
                                                                                                         ayşe.

6 Eylül 2014 Cumartesi

bir daha hüznünü bırak da gel eylül!



Öyle çok fazla iyi değilim. Ya da iyiyim de çok mutlu değilim. Buna bile karar veremeyecek belirsizlikler içindeyim. Ne yaşıyorum? Ne yaşamalıyım? Ne zaman yaşamalıyım? Doğru olan ne? Bu soruları düşünüyorum sanki yaşamadan cevap bulabilecekmişim gibi. Ne komik.

Sevmedim ben bu gidişi, götürüşü, sürüklenişi ve bilinmeyişi. Ya ileri saralım biraz daha -tamam, kabul büyümeye razıyım- , ya da geriye dönelim tekrardan. Ama zamanla olan savaşta biraz da benim sözüm geçsin. İyi mi kötü mü olacak bilmiyorum ama sözüm geçsin. "Zaman nedir lan?" diyebileyim rahatça da, hayalimde büzüşsün soyutluk.Ya da , neyse.

Eylül hüznü müdür bu bilmem ama yapraklar dökülüyor. Yokken var oluyor, yeşil oluyor, büyüyor da meyvesi olduktan sonra, eylülde atılıyor yere. Düşmüyor, atılıyor diyemediğimizden "dökülüyor".

İnsan da "dökülüyor" hayatlardan. Ama bazen dal da kırılıyor, dal da ölüyor.
Diğer ağaçların umrunda mı hiç? Diğer insanlar da umursamaz o yüzden. Sen içinde yaşarsın eylülü, biter mi? Kimse bilmez.

Bir daha hüznünü bırak da gel eylül!

Siya Siyabend dinleyin.

                                                                                                                     06/09/2014
                                                                                                                             ayşe.

10 Ağustos 2014 Pazar

bardakta unutulmuş kahve mutlu değildir.




olgunlaşmak mı, olgunlaşamamak mı daha zor, çözemedim.
yenen kazıklar mı, attığın kazıklar mı daha zor, bilemedim. 
     arkayı dönüp gitmek mi, o giderken ardından bakmak mı zor?
                      mutluluğu yakalamak mı, mutsuzlukla yaşamak zorunda hissetmek mi zor?


Sorsan, "Nasılsın?" sorusuna herkes "İyiyim" der. Kim gerçekten her açıdan iyidir ki? Her yaşta, her anda, her insandan öğrenilecek şeyler, görülecek hesaplar vardır. Bunların hiçbiri de her zaman iyi olmanı sağlamaz.
                                        Hayat her zaman güzel değil, hesaplar da ucuz değil.

Kahve ne de güzeldir. Bardakta beklemiş ve buz gibi olmuş kahve aynı güzellikte midir? -Değildir. Bardaktaki kahveyi unutmak, sevdiğin kıvama gelmesi için bekletmek, başka işin çıktığında kalkıp masadan gitmek soğutur onu.

aynı bizim gibi. Karşımızdaki kişiyi unutursak, istediğimiz gibi olması için bekletirsek ve başka işlerimiz için umursamazsak o da barakta soğumuş kahve tadında olur.
                                      Bu durumdan ne kahve mutlu olur ne de biz.


                                                                                                           10/08/2014
                                                                                                               ayşe.

20 Haziran 2014 Cuma

yıldızlar gece üşümez mi dışarıda?


Bazen gidersin. Nereye gittiğini bilir misin bilmem ama gidersin. Aklını alır, bir naylon poşete koyarsın. Ağzını sıkıca bağlayıp bir köşeye atarsın. yokmuş gibi devam edersin hayatına. Gidişler pek akıl işi değil çünkü. Akıl acımaz, hissetmez, anlamaz, "gitmek" kelimesiyle gözleri doldurmaz öyle akıl. "Bir kahve yap, aç hafifçe müziği, dumanında duralım düşüncelerin!" demez hiçbir zaman akıl. Soğuktur hep ve serttir. Acıyanı ya da acıtanı önemsemez. Gideni ya da kalanı da. Eylemler önemli ve gereklidir akıl için. Nokta.

Yaş ilerledikçe akıl öyle kolay çıkarılıp atılmıyor ama. Bu yüzden hiç sevmem büyümeyi. İçinden geldiği gibi yaşamanın önünde bir barikat.(!) Eskiden Tarkan dinleyince bile ağlardık, şimdi Kibariye'nin "Annem"i  bile yaklaşamıyor duygulu tellere. Saf duyguydu o zaman, masumca. Şimdi akıllar büyüyor ve sabitleniyor. Ne acı. "Yıldızlar gece üşümez mi dışarıda?" sorusunu sormayı bırak, içindeki masumluğu bile anlayamayacak, hissedemeyeceğiz büyüdükçe.

Benim aklım kilitli poşetlerde kalsın, gitsem de gelsem de kalsın. Sen de git, ama aklınla gitme hep. Bak o zaman daha güzel olacak her şey. Tadını çıkar. Deliler gibi ağla, deliler gibi gül. Tüm duyguları derinden yaşa.

Git hadi, ben de gideyim. Ya da geleyim. Kime göre, neye göre bu hayat? Duyguları gerçek yaşayalım da, vedaların gözyaşları bile mutlu etsin bizi masumca.

Fonda Bülent Ortaçgil. Yazımın bitişi.
Ben miyim anormal? 


                                                                                                                      20/06/2014
                                                                                                                        ayşe.

4 Mayıs 2014 Pazar

susuyorum.

   ...Ne kadar da aptalım. Hataları üst üste, tekrar tekrar yapmak ne büyük sorun. "Akıllanmayacaksın!" dedi iç sesim. Ama şimdi sen sus, yazma ve anlatma sırası bende. Israrla tekrar etti iç ses. Yardımcı olmuyor ama bana bu isyan. Başka şeyler söyle iç ses. Beni rahatlatacak şeyler söyle. Susuyor iç ses. Kış günü, kar tanelerinin yere çarpma sesini işitebileceğim kadar sessizlik sağlıyor iç ses. Korkunç. Korktukça sessizlik keskinleşiyor ve bu keskinlik bir bıçaktan bile daha çok can acıtır şekli alıyor.

   Kan akıtmadan parçalıyor içimi keskin sessizlik. Çıldırıyor muyum? Ya da çıldırmak üzereyim. İç sesimle konuşuyorum. Yok yok, iç sessizliğimle savaşıyorum. Galip kim? Kazanan kim?

   Susuyorum ama. Keskin susuşlarımdan susuyorum. Tüm sinirimi, hüznümü susuyorum. Kinimi, kızgınlığımı, sıkıntılarımı susuyorum. İçim susuyor, ben daha çok susuyorum.

                                               ayşe.